İstanbul’un insanı içine çekip yutan kaosu sebebiyle notlarda kalıp yayımlanması atlanmış bir yazı, taa 12 Haziran’dan.

Ansızın, sormaksızın neler kalır geriye. Kopup yalnızlığımdan, kopup sonsuzluğumdan… (Yeni Türkü- Gurbete Kaçacağım)
İş için geldiğim şehirde hafta sonumu geçirmeye karar verdim ve Sığacık’a doğru tek başıma yol aldım. Nitekim yalnız olmak yalnız kalmak değildir. -Eğer yeterince açıksan- yeni insanlarla tanışırsın ayak bastığın her yerde. Her yeni insan kaderinin yönünü değiştirir, olman gereken yere götürür seni. Bunu bazen bir yol gösterişiyle yapar, bazen bir sözüyle. Tesadüfen girdiğin sokak, sırf göz göze geldiğin için durdurduğun insan hayatının gidişatını değiştirebilir.
Hiç kimse yoksa kendine yaklaşırsın, kendini tanırsın, kendinle kalırsın -eğer yeteri kadar açıksan-.
Hayatın tüm bu potansiyelleri kalabalıkların, koşturmaların, çoklukların ortasında karşına çıkmayabiliyor. İnsanın kendi kendine mutlu olabilmeyi öğrenmesi gerekiyor illa. Sen yapmazsan, hayat yapıyor.
Ben eski ben değilim, “tanıyorum” diyen dostlarıma duyurulur…
Yüzerken yağmur yağmaya başlayınca sırt üstü yatıp, yüzümü gökyüzüne döndüm. Deniz altımda sallanırken yüzüme vuran damlalar bana sonsuz bırakma ve güvenme ne demek öğretti.
Ben bir denizim, kendi içinde taşan, uçsuz bucaksız, kıyısız, hür bir deniz” (Ezginin Günlüğü – Kıyısız Deniz)
Sağanak yağmurda herkes tentelerin altında kendini korurken ben gülümseyerek yürüdüm çünkü bırakmanın ne olduğunu artık öğrenmiştim. İçimden söylüyordum bu sefer “… will not be slaves again!”
Dönüş yolunda kafam çok karışmıştı. İnsanın kafasının karışması güzeldir. Çünkü çok uzun süredir boşluk vardı kocaman. Sadece ne istediğini bildiğini zanneden, ona giden yolda çırpınıp duran biri.
Özel teşekkür;
Yolculuğum çok keyifli ve başarılı geçen bir zirvenin -orada 3 gün geçirdiğim tüm insanlara ayrıca teşekkür ??– sonunda Balçova’ya gitmeme yardımcı olan beyfendinin nezaketi ile başladı. Ardından Seferihisar’a giden aracı bulmama yardımcı olan ve beni İstanbullu diye çağıran şoför ağabey ile devam etti. Otobüs sırasında sohbete başladığım ve bir saatlik yolculuk esnasında her konudan konuştuğum, valizimi düşmesin diye bacağıyla sabitleyen ve Sığacık minibüsüne kadar bana eşlik eden Hasan amca, Sığacık minibüsünde bana ineceğim yeri gösteren ve daha sonra rastgelip sokak müzisyeni olduğunu öğrendiğim tatlı kız, beni enginarın çeşit çeşit lezzetlerine boğan Barış ağabey ve güzeller güzeli eşi Aysun abla, sahilde denize girdiğimde yağmur başlayınca eşyalarım ıslanmasın diye apar topar kaldıran, üşümeyeyim diye bana yedek havlu ve çay getiren Güvenlik Görevlisi Ömer, sahil kenarında kahvemi yudumlarken aniden bastıran sağanak yağmur altında gülümseyerek yürürken delirdiğimi düşünüp beni tentenin altına çağıranlar, “afferin en güzelini sen yapıyorsun” deyip coşkuma katılanlar, yüzümü ellerinin arasına alıp “sen ne kadar güzelsin, ne kadar tatlısın” deyip beni koynuna basan teyzeler ve Nar Pansiyon’un sahibi, iki günümün bol keyifli, sohbet dolu geçmesini sağlayan Koray… Dönüş yolunda benimle minibüs bekleyen Koray ile beni görünce 11 yıl önce ölen eşini hatırlayıp, anılarını anlatıp, öğütler veren ve tam gitmek üzereyken yanına çağırıp “ben seni çok sevdim” deyip sattığı bileklerden veren ve benim de karşılığında yanağına öpücük kondurduğum hala eşinin şapkasını takan teyze, yolculuğum boyunca bana eşlik eden Mina Urgan… (Bir Dinozorun Anıları kitabı ile) Bu insanlar ve niceleri beni biraz daha ben yaptılar, ceplerime parıltılar doldurdular bir gün ihtiyacım olursa kullanayım diye.
Ve beni bağrına basan Sığacık, yine geleceğim. ?
Bir yanıt yazın